İman, İran’ın tozlu topraklarında güreşerek hayatını kazanan bir adamdı. Güçlü bedeni ve azmiyle rakiplerini alt ediyordu. Fakat bu zaferlerin gölgesinde, Iman’ın kalbini kemiren bir korku vardı. Eşcinsellik söylentileri peşini asla bırakmıyordu. Bu dedikodular, İran’ın muhafazakar toplumunda kabul görmeyecek bir lekeydi.
Bir gün korkulan gerçekleşti. Söylentiler aileyi vurdu ve Iman, karısı ve iki çocuğuyla birlikte kaçmak zorunda kaldı. Varlıklarını geride bırakıp, mülteci olarak İsveç’in kuzeyine doğru yola çıktılar. Uzak diyarlarda yeni bir hayat kurmak zorundaydılar.
Sığındıkları sade otel odasında, Iman ailenin reisi rolünü üstlenmek zorundaydı. Güreşten uzak, kendini güçsüz ve çaresiz hissediyordu. Karısına verdiği sözü tutmak için güreşi bırakmıştı. Fakat içindeki tutku sönmemişti.
Bir gün, yerel bir güreş kulübüne rastladı. Kulübün antrenmanlarını izlerken, içindeki ateş yeniden alevlendi. Ailesine daha iyi bir gelecek sunmak ve kendi kimliğiyle yüzleşmek için bir karar verdi. Kulübe katılmaya ve yeniden güreşmeye kararlıydı.
Ancak geçmişin hayaletleri peşini bırakmadı. Söylentiler İsveç’e kadar uzandı. Iman’ın kimliği tekrar sorgulanmaya başladı. Bu sefer sadece güreş yeteneğiyle değil, önyargılarla da mücadele etmek zorundaydı.