Bir zamanlar, Kalahari Çölü’nün derinliklerinde Hristiyan misyonerlik hizmeti veren genç bir çift vardı. Ancak, huzur dolu günlerinin yerini aşırılık yanlısı militanların ölüm tehditleri aldı. Bu tehditlerle yüzleşmek zorunda kalan çift, misyonerlik görevlerini yarıda bırakmak ve hayatta kalmak için çare aramak zorunda kaldı. Karşılarında yaşamlarının en büyük tehlikesi duruyordu. Zaman hızla tükeniyordu ve çift, güvenli bir sığınak bulmadan önce kaçmak zorundaydı. Böyle bir umutla, tehlikeli bir yolculuğa atıldılar. Ancak, güvenlik sağlayacağı düşünülen eski ve bakımsız bir uçağa binmek zorunda kaldılar. Kaçışları başladığında, umutlarını tazeleyen bir umut ışığıydı bu. Ancak, umutları kısa sürede yerle bir oldu. Uçak, beklemedik bir şekilde motor gücünü yitirerek acı bir şekilde yere çakıldı. Çift, vahşi doğanın kucakladığı bir hayvan koruma alanında mahsur kaldı. Artık, aslanların, leoparların ve sırtlanların hüküm sürdüğü bu tehlikeli alanda, yaralı ve korku içindeydiler. Militanların nefesini enselerinde hissederken, çift hem hayatta kalmak hem de kaçmak zorundaydı. Bu vahşi ortamda, doğanın kudretiyle değil, aynı zamanda insanın en karanlık yönleriyle de mücadele etmek zorunda kaldılar. Hayatları, hem doğanın hem de insanın çelişkili güçleri arasında sıkışıp kalmış gibi görünüyordu.